Ülkenin kuzeyinde,
Tren raylarının
sesi içinde,
Dört duvar
arasında,
Tanrıya şirk
koşacak denli yalnızlaşan bir adam yaşarmış.
Nerdeyse hiç
çıkmazmış dışarı,
Kapı arasından
alırmış yemeğini.
Kitap okurmuş,
müzik dinlermiş,
Perdenin arasından
dışarıyı izlermiş.
Arka balkonuna
konan kumruları heyecanla beklermiş,
Onların adama
baktıkları gibi, adam da onlara bakarmış,
Yan yan.
Bir gün, adamın
tayini çıkmış.
Ülkenin en batısına…
Almış bavulunu,
Tanrı'ya bir selam
çakmış, çıkmış yola.
Yolculuğunun
üstünden çok geçmemiş ki,
Orda da kendisine
bir dört duvar bulmuş.
Bazen aynanın
karşısına geçer
Sohbet edermiş.
Tanrı da boş durur
mu, muhabbetlerini artırırmış,
Kendisine denk
birinin olmaması,
Onun da işine
gelirmiş tabi.
Vurgun yemeye
alışık olduğundan,
Sadece büyük
vurgunlarda çıkarmış evden bizim adam.
Babası ölse,
çıkarmış mesela.
Ama babası,
Hiç ölmezmiş.
Bir gün, vurgun yemiş.
Ne kadar büyük bir
vurgun diye sorarsanız,
Tanrı bu vurguna da
pek sevinmemiş.
O denli büyükmüş.
Bizim adamı kim,
nasıl sever,
Ben bile
şaşırıyorum hala.
Ama, biri sevmiş
işte,
Güzel de biri
sevmiş.
İnanır mısınız,
öyle biri sevmiş ki bizim esrik adamı,
Öyle güzel, öyle
bilgili, öyle sıcakmış ki,
İlginç yahu.
Bizim adamın
esrikliği buradanmış işte,
Kadehten bir yudum
alıp sarhoş olan genç oğlanlar gibi, Kadından bir yudum almış,
Sonrasını ben bile
hatırlamıyorum.
Esrik adam!
Senin için,
geleceğe bir not;
Tıpkı bugünkü gibi,
Seni neden sevdiğini
hiç anlayamayacaksın.
Malum,
Sen,
Esrik Adam'sın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder